25 Kasım 2013 Pazartesi

Tanrı

Hiçliğin dinginliği ve durağanlığında bir kıpırtı oluştu önce. Küçük bir kıvılcım gibi. Hiçliğin sınırsızlığında ölçü ve kavramlar yoktu. Beyaz bir küre, varlık ile yokluk arasında bir yerlerde gezindi. Gümüş bir beden belirdi, kıpırtısız ve dingin. Sadece var oluyordu kendi başına. Düşünceleri akan bir ırmak gibi temiz ve saftı, ta ki varlığını sorgulamaya başlayana kadar. Kendi benliğini kavramaya, anlamaya çalışmak onu huzursuz etti ve uyandı dingin uykusundan. Gözlerini açtı ve gördü. Artık anlayabiliyordu. Algının kapılarını açmıştı bir kere, artık geri dönüş yok, huzur yoktu. Neden varım? Ben neyim? Düşündü, gördü, hareket etmeye başladı. Her şey çok daha karışıktı artık. Kendini anlamaya çalışmak, en zor şey olsa gerek. Nasıl da bir anda böyle belirivermişti? Neydi onu hiçliğin dingin uykusundan uyandıran? Varlığının acısıyla daldı bu sefer düşüncelere. Ne istendiğini sorguladı. Bu durum kısa sürmedi. Kendi benliğini kavramaya çalışırken farklı bir şeyler algıladı sonsuz beyazlıkta. Bir yansıma gibi. Kontrol edemediği bir düşüncesi gibi. Hissetti onu bu sonsuz mekanda, yaklaştılar birbirlerine. Duyabiliyorlardı birbirlerini. Bu yokluk mekanında artık sadece kendi benlikleri değildi var olan. Artık ikilemler çıkagelmişti. Bir karşıtlık vardı düşüncelerde. Sorgulamaya başladılar beraber. İkisinin de arayışı ortaktı. Düşünceleri somutlaşmaya başlamıştı, görebiliyorlardı, dokunabiliyorlardı. Bu onlara haz verdi ve durmaksızın devam ettiler yaratmaya. Önlerinde ışıklar belirdi, derin karanlıklar. Önlerinde oluşanlar, kendilerinin de bir şeylerin önünde oluştuğu fikrini doğurdu. Yarattıklarının yansımalarında aradılar kendilerini. Hiç durmadılar. Anlamsız şekillerden yorulmuşlardı ve sistemli oluşumlar yaratmaya karar verdiler. Sistemler için kanunlar gerekliydi. Kanunlar belirlediler ve bunlara uygun sistemler. Sonsuz uzaylar, yıldızlar, gezegenler. Tanımlanamayan birçok oluşum. Bu oluşumlar onlara yetmedi. Sistemli hareketler tahmin edilebilirdi. Bu sistemlerde bir uyumsuzluk oluşmalıydı. Dengeyi bozan bir ikilik. Tıpkı kendileri gibi. Aykırı bir oluşum. Tehlikeyi göze aldılar. Kendilerini çoğaltmaya karar verdiler. Bu işe girişirken yaşadıkları korku ve heyecan onları temkinli olmaya itti. Kopyaları zayıflıklarıyla birlikte var oldu. Onların korkularında ki güçsüzlükle yoğruldular, hiçlikten sıyrılıp doğarken.






18 Eylül 2013 Çarşamba

Bulutlu

                   Haftayı ortaladık, günlerden çarşamba... Aklımda yine intihar...

                   En kolay intihar yöntemi hangisi acaba diye düşünürken buluyorum kendimi.
                   Eylemden önce uzun bir mektup yazıp hayatındaki tüm insanların sana yaptıkları yanlışları ya da kendilerini suçlu hissetmeleri gereken noktaları belirtip mi gitmek lazım acaba ...
                   Belki de hiçbirşey demeden öylece gitmek gerek, zaten gitmek için yeterince neden var. Bulmak isteyene en azından.
                    Ölüm korkusu diye bir gerçekte var tabi , ne kadar sıkılmış olursan ol iş ciddiyete geldiğinde bir korku bir ürperme de sarmıyor değil insanı.
                    Çok komik değil mi ? Ölüm korkusunu yenersen ölebilirsin. Korkusunu yenmek kendisine yenilmeye neden oluyor bir yerde. Yenilgi olarak kabul edenler için geçerli tabi bu. Aklımıza ölüm neden bir kayıp olarak kazınmış ki , dogmatik öğretiler ya da toplumun benimsediği değerlerle mi alakalı ?
                    Herneyse zaten öleceğiz ama bunu kendimizin bilinçli bir şekilde sonlandırması, işin boyutunu değiştiriyor tabi.
                    Haberim yokmuş gibi çek kanka? Bam!
                    Hawking hekim denetiminde intihar için olumlu konuşmuş bugünlerde. Değişik bir olay tabi.
Jilet mi o? Banyoya gidip lavaboyu doldurmak lazım. Bütün evi süpürüp temizledikten sonra, banyoya gidip su dolu lavabonun içinde bilekleri kesmek. Bir süre sonra yere düşüp, köşede nefesle hareket eden bir avuç toz öbeğine bakarak kendinden geçmek. (Wristcutters / zia)
                    Yine de insanda her daim bir umut oluyor, her şeyin güzel olacağına dair. Genelde hep boktan geçirdiğin zamanlardan sonra feraha ulaşırsın. Kişiliğin dibe vurup yere çöktüğün anda etrafında seni alkışlayan insanlar bulursun.
                    Tanrı'nın mizah anlayışı çok garip cidden. İnsanların yaptıklarından dolayı tanrıyı yargılamam. Ama empati kuramadığımız kesin...
                 
                    (Bu yazılanlar hayal ürünüdür , şahsımla alakalı değildir.)


3 Eylül 2013 Salı

Fazla şakacıydı ama iyi çocuktu ...

          Durağan bir pazartesi günü , kısa geçtiğini düşündüğüm pazar günü ve tekrar işbaşı. Deli gibi çalışıyorum , geçen haftadan birikmiş işler ve peşinden gelen yeni işler.
          Tam hayattan bağımı koparmış , robot gibi çalışırken çıkageldi ''Ragıp''. Hiç konuşmadı ilk önce hiç tanımadığı halde elime , yüzüme dokunmaya başladı. Beni robot uykumdan uyandırdı. Ve bende karşılık vermeye başladım. Hiç konuşmadan birbirimize dokunmaya başladık. Gerçi kendi çok tikli biriydi benim ona dokunabildiğim pek söylenemez. Onun için daha çok onun benimle oynamasına izin verdim. İş yerinde olduğumu unuttum. Çok güldük çok eğlendik. Susamıştım ve çay alıp geleceğimi beni beklemesini söyledim. Çay ocağına gidip çayımı aldım ve ofise geri döndüm. Gözlerim onu arıyordu ki yerde cansız bedenini gördüm. Sinirlendim ve Karşımda oturan ofis arkadaşımla göz göze geldim ve bunu onun yaptığını anladım.
           - Naptın sen !
           - Çok bunalttı bende ajandayla vurdum bir tane ...
           - Fazla şakacıydı ama iyi çocuktu ...